Tek rol model önder ve örnek Resul Muhammet As: Hz. Peygamber’in anlaşılmasını zorlaştıran tarihsel yanlış anlamayı iki başlık altında irdeleyebiliriz:
1. Aşırı yüceltmeci yanlış anlama.
2. İndirgemeci yanlış anlama.
Bu iki tavır, görünürde birbirinin tam zıttıdır. Bu tavırlar, Ümmet-i Muhammed’in on dört asırlık
tarihinin belli dönemlerine has değildir. Bu iki tavır, her dönemde şu ya da bu içerik ve form altında varlığını sürdürmüş, bugünlerde de cari olan iki çizgidir. İlginç olan, görünürde birbirine zıt gibi duran bu iki çizginin, aynı sonucu istihsal etmesidir: Peygamberi hayattan dışlama.Peygamber’i ve misyonunu hayattan dışlama, Hz. Peygamber’i ve peygamberlik kurumunu yanlış anlamanın en vahim sonuçlarından biri, belki de birincisidir.Aşırı yüceltme, farkında olunsun ya da olunmasın, çoğu kez insanüstüleştirmeyle sonuçlanan bir tavırdır. Her tür insanüstüleştirme ise, Hz. Peygamber’in örneklik misyonunu boşa çıkaran bir yaklaşımdır. Bu nedenledir ki, kendilerine gönderilen peygamberlerin mesajlarına sırt çeviren hemen tüm asi toplumların ileri sürdüğü ilk gerekçe “melek bir peygamber” istemek olmuştur. Bu akıl putlara tapınmayı şöyle gerekçelendiriyordu: “Biz bunlara, sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapınıyoruz!” (Zümer 3).
Kur’an, “Muhammed sadece bir elçidir; ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. O ölür ya da öldürülürse, sizler ökçeleriniz üzere gerisin geri dönecek misiniz?” (Âl-i İmran 144) diyordu. Bu mesaj, tazimci akla seçicilik yeteneğini kazandırmak içindi. Kur’an, bizzat Hz. Peygamber’e “Ben de yalnızca sizin gibi bir insanım; ne var ki bana vahyolunuyor…” (Kehf 110) dedirterek, mevcut aklı terbiye ediyordu. Yine “Doğrusu, Allah’ın Elçisi’nde sizin için güzel örneklik vardır; Allah’ı ve Ahiret Günü’nü umutla arzulayan herkes için de…” (Ahzab 21) Ayet, “fi Rasulillahi” lafzıyla, Hz. Peygamber’in örnekliğini makul ve mümkinle sınırlandırmış; “Allah’ın Elçisi örnektir” demek yerine seçici yaklaşımla “Allah’ın Elçisi’nde” demiştir. Bu da bir seçiciliktir.
Yine Kur’an, peygamberleri insanlığın en iyileri olarak takdim ederken, bu alanda da duygusal bir toptancılığı önlemek amacıyla Hz. Âdem’in ilâhî emri çiğneyişini (Bakara 36 vd.), Hz. Musa’nın peygamber olmadan önce elinden çıkan ölümlü kazayı(Kasas 15), Hz. Yunus’un görev yerinden “kaçışını (Sâffât 140), Hz. Nuh’un inkârda ısrar eden oğlunu (Hûd 42), Hz. İbrahim’in put yapımcısı babasını (En’âm 74), Hz. Lût’un asi karısını (Hûd 83) “ibret-i âlem” olarak teşhir etmesi, hep mahsus olan süpürücülükten makul olan seçiciliğe bir çağrıydı.
Kur’an aynı makul yaklaşımı kitap ehli hakkında da gösterir. Kitap ehlini topyekûn değerlendirmeyerek der ki: “Kitap ehlinin hepsi bir değildir” (Âl-i İmran 113). Bu seçmeci ve ayıklamacı yaklaşıma şu ayetleri de eklemek gerek: “Kitap ehlinden öyleleri vardır ki, kendisine bir hazine emanet etsen (kuruşuna dokunmadan) iade eder; öyleleri de vardır ki tek bir dinar emanet etsen, tepesine dikilmedikçe sana geri vermez.” (Âl-i İmran 75); “Kesinlikle, bütün insanlar içerisinde, (bu mesaja) iman edenlere karşı en çok düşmanlık yapanların Yahudiler ve Allah’a şirk koşanlar olduğunu görürsün.” (Mâide 82). Bütün bu örneklerin birleştiği nokta aynıdır: Vahyi hayata dönüştürmek istemeyen toplumlar, ittifakla insan peygambere karşı çıkıyorlar ve onun yerine melek peygamber talep ediyorlardı. İnsan peygambere karşı çıkışın bilinçaltındaki en temel gerekçesi, “örnek alınması mümkün olmayan” biri olmasıdır. Melek peygamber istemenin mantığı da aynıdır: İnsan peygamber gibi hayatın içinde, hayatı dönüştüren özne değil, hayatın dışında -ve hatta üstünde-, hayata kuş bakışı bakan, örnek alınamaz, üretilemez, sadece ‘bereketinden’ istifade edilir ve kutsanır bir peygamber tasavvuru…
Bugün, Ümmet-i Muhammed, kendinden önceki Nuh, Ad, Semud ve Firavun toplumları gibi bir melek peygamber isteme imkânından ‘mahrum’dur. Fakat bu mahrumiyetin açığını, kendilerine örnek insan olarak gönderilen bir peygamberi melekleştirerek kapatmaya çalışmakla, aslında Kur’an’da geçen vahye sırt dönmüş toplumların suçuna ortak olmaktadır.
Yorum Yazın