Mustafa Ünalan

Mustafa Ünalan

Mail: mustafaunalan@hotmail.com

İslam Mezhepleri Tarihinde Metodolojisi

Mezheplerin doğuşundan bu güne kadar geçirdikleri evreleri,  İslam Mezhepleri Tarihi’nin metodolojisiçerçevesinde ele alan çalışmalar, maalesef yok denecek kadar azdır ve objektif değildirler. Böylesine önemli bir alana gereken ilginin gösterilmemesi üçüncü binyıla girdiğimiz şu günlerde ilmi geleneğimiz bakımından üzücüdür. Çünkü bu alan, zihniyetlerin oluşum süreçleri ve tarihi arka planı ile yakından ilgilidir. Neyse ki durum tamamen ümitsiz değildir.

İslam Düşüncesi içinde var olan düşünüş biçimlerini neredeyse nakilci ve akılcı diye ikiye ayırabiliriz. İslam düşüncesinde kelami akılcılığı, Mutezilem, Mürcie ve Maturidilik, kısmen Eş’arilik, fıkhi akılcılığı ise Hanefilik temsil ederken,  nakilciliği Hadis Taraftarı grubunu oluşturan Hanbelîlik, Şafiilik, Zahirilik, ve Mâlikili’ğin temsil ettiğini belirtebiliriz. Ancak şimdiye kadar Hadis Taraftarları bir fıkhi yaklaşım ya da hadisle iştigal eden bir meslek grubu olarak ele alınmaktaydı. Aslında ekoller, teşekkül süreçleri göz önünde bulundurulduğunda,  Hadis Taraftarları da dahil hepsi geliştirdikleri metodolojileri ahlak, siyaset, fıkıh ve itikadi konulara uyguladıklarını görmekteyiz. Bu sebeple Hadis Taraftarlığı ve Rey Taraftarlığı sadece fıkhi birer mezhep değil aynı zamanda itikadı vesiyasi cepheleriyle bütünlük arzeden kurumlaşmış din anlayışlarıdır. Ebu Hanife, büyük bir fakih olmakla beraber Mürcie’nin fikirlerinin sistemleştirilmesinde önemli bir rol oynamış ve İmam Maturidi gibi birisinin kelami sisteminin teşekkülünü sağlamıştır. Hadis Taraftarlığı da, fıkhi, itikadi, siyasi ve ahlaki cephesi olan bir zihniyettir. İmam Şafi’inin ortaya koyduğu metodoloji sadece fıkha ait olmayıp döneminin Hadis Taraftarlarının itikadi, siyasi ve ahlaki anlayışının da tercümanıdır. Her ne kadar Şafii, bu metodu fıkha uygulamışsa da, onun çağdaşları fıkhın dışındaki konulara uygulamışlardır.

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” olarak isimlendirilen mensubu olduğumuz ekolün, gerçekte “Ehli Sünnet” ve “Ehl-i Hadis ”zihniyetini temsil ettiğinin ve “Sünnet” geleneğinin böyle bir zihniyete nasıl dönüştüğünün bir tespiti durumundadır. Gelenekçiler” tanımlaması bu “Ehli Hadis yada Ehli Sünnet” için kullanılmaktadır. “Ehli Sünnet” kavramı ise, dini otoritenin onaylayıcı bir mercii olmak üzere, Sahabe ve Tabiûn’dan sonrakiler için,

“Din âsârdan ibarettir” prensibini koyarak bütün mesailerini hadisleri ve âsârı dinleme, rivayet etmeye hasreden Hadis Taraftarları, dini ve akidevi görüşlerini daima ya bir hadisle veya asarla temellendirme ve meşrulaştırma yoluna gitmişlerdir. Aynı şekilde bu grubun kendilerine “dinin mutlak temsilcileri olarak” nasıl bir misyon biçtikleri, diğer din mensuplarını hedef almak yerine, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları, hedef alarak onları eleştirdiklerinin ve kendi bakış açılarına göre onları sigaya çektiklerinin örnekleri verilmektedir.Ayrıca bu araştırma da, sözde aklı eleştirip yok ederek pluralizmi ortadan kaldırmaya çalışan ve bunu da güya İslam ümmetini tek bir çatı ve düşünce etrafında toplama iddiasıyla yapan bu düşünüş biçiminin, sonunda nasıl bir bölünmeye sebep olduğu ele alınmıştır. Diğer taraftan kendisi adına konuşmaya cesaret edemeyen, ancak fikirlerini başkalarına söyletmeye çalışan bu zihniyetin düşünce yapısı ve onu üretirken dayandıkları temeller, bütün yönleriyle analiz edilmeye çalışılmıştır.      Hicaz’da yaşayan âlimlerin öncülüğünde başlatılan söz konusu bu tavır, Abbasiler zamanında “dinin aslının korunması” adına İslam coğrafyasının Mekke ve Medine dışındaki diğer bölgelerinde de dile getirildiği ve bir toplumun kültürünün, iyi niyetle yapılmış olsa da nasıl dinileştirildiğinin örnekleri verilmiştir. Bu, sonraki nesillerin yeni fikirler üretmesine büyük bir engel teşkil etmiştir. Osmanlı’da bu gelenekçi din sürdürmüş sonuç olarak Kuran ve ona paralel din anlayışı günümüzde din olarak yaşanır halde,gavus kutup evliya şeyh gibi Allah’ın seçmediği kullarının atadığı ve babadan oğula geçen din anlayışını din diye Yaşar haldeyiz, Kuran yetmemiş binlerce eser yazmış insanlar Kuranı anlatmak için, oysa bu kitapları yazanlar kendi yazdıklarını açıklamak için hiç bir açıklayıcı eser yazmamışlar, yani Allah kitabını açıklayamamış bunlar açıklayınca Allah’ın yerine geçmiş olmuş olmuyor mu? Cevap Hut  süresi ilk ayetlerinde Allah kitabını kendisinin açıkladığını , başkalarına kul olmayın diye  açıkladığını, Resul Muhammed’in bu açıklanmış ayetleri tebliğ etme duyurma uygulama görevi olduğunu söylüyor onlarca ayetinde zaten, Allah’a dinini öğretmek kullarına mı kaldı?

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar