Uzun zaman evvel köyün birinde genç ve güzel bir kız ile yakışıklı bir delikanlı dillere destan bir düğün ile evlenmişler. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen çocukları olmamış. Delikanlı her sabah erkenden tarlaya gider, eşi de evde yalnız kalır canı sıkılırmış. Delikanlı, yine tarlaya gittiği bir gün çalışırken bir gelincik yavrusu bulmuş. Eşi yalnız olduğu için gelinciği eşine sevdirebilirse, yalnızlığını gidermek amacıyla gelinciği eşine götürmüş. Evin hanımı gelincik yavrusunu görünce çok sevinmiş. Hemen kucağına almış onu, sımsıkı bir bebek gibi sarmış göğsüne yaslamış. Aradan yıllar geçmiş. Gelincik büyümüş, artık yetişkin bir gelincik olmuş. Bu arada geçen zaman içinde çocukları da olmuş. Evde herkes neşe ve mutluluk doluymuş. Evin hanımı kendi çocuğuna sevgisini gösterirken, gelinciğe de eski sevgisini göstermeye özen gösteriyormuş. Günler, aylar böyle geçip giderken hanımın komşuları bir gün ‘’bu gelinciği artık kovmalısın, gelincik kıskanç bir hayvandır. çocuğunu sevdiğini görürse çocuğa zarar verir’ ’diyerek hanımın aklını bulandırmışlar. Günlerden bir gün eşini tarlaya gönderdikten sonra ,kapı önünde komşularıyla laflamaya dalmış. Bebek yatağında uyuyor, gelincik de bebeğin yanında uyuyormuş. O sırada içerden bir gürültü geldiğini duymuşlar. Gürültü üzerine komşuları kadına ’ ’biz sana demedik mi gelincik çocuğa zarar verir diye, kesin çocuğu öldürdü’ ’diyerek, kadını hem heyecanlandırmışlar hem korkutmuşlar. Kadın bir telaşla yerinden kalkmış odanın kapısını açınca ne görse; gelincik ağzı kanlar içinde açılan kapıdan dışarı doğru kaçmaya çalışmış. Kadın beyninden vurulmuşa dönmüş eline aldığı bir sopa ile tüm hıncı ve kuvvetiyle gelinciğe vurmaya başlamış. Öyle şiddetli ve hırsla vurmaya devam etmiş ki gelincik orada hayatını kaybetmiş. Sonra aklına çocuğu gelmiş, koşarak çocuğun yattığı odaya girmiş. Birde baksa ki beşiğin üzerinde kocaman bir yılan, fakat yılanın başı yok ve ölü. Meğer gelincik yılanın başını kopardığı için ağzı kanlıymış ve aslında çocuğu yılandan kurtarmış. Kadın yavrusunu yılandan kurtaran ve uzun yıllar çok sevdiği gelinciği kendi elleriyle öldürmüş. Günlerce kendine gelememiş ve sürekli ağlamış. Hikâye burada sona eriyor. Hiç bir hikaye yoktur ki sonunda bir mesaj vermesin. Her hikayeden çıkan mutlaka önemli dersler vardır. Peki bu hikayeden ne sonuç çıkartmalıyız? İçtimâi hayatta, ikili ilişkilerde, aile hayatımıza, dostluklarımıza zarar verici bir yaklaşım tarzı olan ön yargı denen şey, iletişim zaafiyeti yaşamamıza neden olmaktadır. Bazen zahirî olarak şer yada üzücü olarak gördüğümüz olayların perde arkasında, göremediğimiz, bize çok faydalar sağlayan hususlar olabilir. Ama önyargılarımızla bu faydaları göremez hale geliyoruz; sevdiklerimizi kaybetme tehlikesiyle baş başa kalıyoruz. Bir diğer mesaj ve ders; gelincik misali bize yapılan iyiliklere karşılık nankörlük yapmak insanoğluna yakışmaz. Ayrıca; sevdiklerimiz hakkında her ne olursa olsun dinlemeden peşin hükme varmamalıyız. Hikâye deyip geçmeyin, hayat bazen basit ve sıradan gördüğümüz hikâyelerden, bazen sahada yaşanan tecrübelerden öğreniliyor. Meselâ arada bir çocuklarınıza hikâye okuyun, ya da çocuk olun siz dinleyin. Hayat sadece dünyevî meşguliyetlerin, siyasi kavgaların, hayatta kalmak için yapılan mücadelelerin sınırları içinde hapsolmuş bir zaman dilimi değildir. Hayata dair, mâneviyata dair nice güzellikler saklı bu kısa, fani hayatta. Bu güzellikler kimi zaman yaşayarak öğreniliyorsa da, kimi zaman da hikâyelerden öğreniliyor. Bir zaman sonra göreceksiniz ki hikâyelerden aldığınız derslerle, içtimâi hayattaki şikâyet ettiğimiz olaylara karşı bambaşka bir bakış açısına sahip oluyoruz. Ve….Gelincik çiçeği kadar masum hayalleriniz olması dileğiyle….
Oğuzhan Osmanoğlu
- FacebookSayfayı Beğen
- TwitterTakip Et
- YoutubeAbone Ol
- InstagramTakip Et
- LinkedinTakip Et
- RSSServisleri