Arkadaş… Yaren… Yoldaş… Gönüldaş… Kardeş… Ve tabi ki Dost…
En özeli, en güzeli en arananı ve dâhi en nadidesi dost olanıdır. Arayan; dost arar, yakaran dost diye yakarır…
Âşık Veysel in
‘Dost dost diye diye nicesine sarıldım..
Benim sadık yârim kara topraktır’ dizeleri de bir dost arayışının, susayışının yansıması değil midir? Herkes her daim dosta ve dostluğa dair serzenişlerde bulunur. Nice filozoflar nice akiller dosta ve dostluğa dair hep gönül dünyamıza esintiler bırakmıştır.
Farklı farklı veciz ifadelerle resmini çizmişlerdir dostun… Tarif etsek tarifler yetmez, sayfalar dolusu yazsak çizsek kalemler yetmez.
Dostluk uyuşmadır, şahsi çıkarlara göre kurulan bir ilişki değildir. Sıcak, sımsıcak bir duygudur Üzüntüdür, sevinçtir, gözyaşıdır dostluk… Heyecandır, bayramdır, anlamaktır, hatırlamaktır dostluk… Sır dünyasıdır, dert dünyasıdır, özlem dünyasıdır dostluk…
Yanında yokken bile, hakkını hukukunu ve menfaatini koruyabilmektir dostluk..İçten, en içten olabilmek,güven duyabilmek,güven verebilmektir dostluk.. Dostluk sağlam karakterlerin karşılıklı kurabileceği bir bağdır.
Dostluğu tarif etmeye yeter mi sizce sayfalar köşeler ey dostlar? Herkesin kendine göre bir tarifi vardır. Velhasıl bütün tariflerde menfaatsizlik ve sımsıkı dayanak ve sevinç hakimdir. Bu topraklarda iz bırakmış en çarpıcı dostluk şüphesiz Mevlana ile Şems’in dostluğudur. Uzun tariflere gerek kalmadan onlara bakmak yeterlidir belki de.
Sezai Karakoç"un sözlerini ödünç alırsak; “Sems-i Tebrizî"nin gelişi, Mevlânâ"nın kendine gelişi, kendi kendini buluşudur. Gönlünün ilk silahını denediği nişan tahtasıdır. Bir yankıdır Şems-i Tebrizî. Şems-i Tebrizî ile konuşmak, Mevlânâ için monologdur.
Ayniyle Şems-i Tebrizî için de Mevlânâ öyledir. İkiz ruhlardır onlar. Büyük yolculukta kader arkadaşı, kader yoldaşıdırlar. Mevlânâ ve Şems-i Tebrizî"nin varlıkları, aynı ruhun iki yüz ve bir elmanın, bir olmanın iki yarısı gibidirler.”
Birbirini tamamlayan iki insan dosttur. Dostla konuşmak kendinle konuşmak gibidir. Dost, sana eksiğini söyleyen, senin üzerindeki akrebi alandır. Tarifi çok, kıymetini bileni az bir nimettir dostluk.
Hele bir de gerçek dostu bulursan hayat bambaşka güzelleşir insanoğluna. Lakin insanoğlu beşerdir, şaşar. Zor bulduğunu kolayca kaybeder. Dost bulmak bu devirde ne kadar zor ise onu kaybetmek de bir o kadar kolaydır.
Dostluk fedakarlık ister, itina ister, emek ister. En önemlisi de sabır ister dostluk. Dost insanlar ayna gibidir. Ruhunu, eksiğini, fazlanı, güzelliğini yansıtan ve gerektiği yerde müdahale etmene vesile olan ayna gibi. Dostluk ancak bunlarla baki kalır. Sonsuzluğa açılan tünelde yoldaş buldunsa ne mutlu sana; ne mutlu bize…
Maddenin ve materyalist sistemin bilinç altı algılarıyla her ne kadar ‘’bu devirde her şey para’’ diye algılansa da ; bize göre kazın ayağı öyle değil.
Elbette para , devrin önemli bir anahtarı kapıların güçlü bir kilidi hükmünde olsa da; bu az bulunur olgunun önüne geçemez ve geçmemeli. Zira hakiki dost sağlıktan farksızdır, ancak elden gidince bilinir kıymeti. Malumdur ki tüketim toplumu haline geldik.
Hep tüketir olduk, her şeyi tüketir olduk. Sevgiyi aşkı tükettiğimiz gibi dostlukları da çabucak tükettik. Para bulunur, makam ve mevki bulunur da dost diyebileceğimiz insanlar bu fani dünyada ne kadar da az bulunur…
Tabi ki ender bulunur, bazen aramakla bulunmaz bazen de lütf-u ilahi ile gelir kapımıza. Bize düşen sadece ve sadece o kapıyı açmaktır. Gerçek dostları bol insanlar, gerçek zenginlerdir. Ve bir dost bekli de dünyaya bedeldir.
Her Mevlana ‘ya bir Şems gerektir. Madem ki; Dostluk; Unutulmayacak kadar güzel ve sadece ender insanların yaşayacağı kadar özeldir; Dost olalım ve dost kalalım vesselam…