Birinci Dünya Savaşından önce başlayarak Batı, doğusundan batısına kadar İslam âlemini askerî olarak işgal etti ve bu işgal uzun süre devam etti. Devamında bağımsızlık savaşları sonunda bazı yerlerden çekilmeye mecbur kalırken, bazı yerlerden ise savaş yapmadan çekilmeyi kendi çıkarlarına daha uygun gördüğü için askerî olarak çekildi. Ancak her iki durumda da çekilirken Müslüman halkları kendi hallerine bırakmayıp yönetim ve politikalarını dizayn etti.
Önce coğrafyalarını parselledi ve her parselde kendisi için savunduğu demokratik bir yönetim yerine, etnik yapılara göre şahlık, krallık, sultanlık, şeyhlik, emirlik ve Patagonya Cumhuriyeti şeklinde birer devlet kurdu. Birer bayrak vererek onlar için bir vesayet rejimi oluşturdu. Siyasal, hukuksal ve ekonomik sistemlerini belirlediği gibi uyguladığı eğitim felsefesiyle kendi değerlerini ve yaşam tarzını benimseyen sivil ve asker aydınlar yetiştirdi. Bunu sürdürmek ve korumak için de başlarına adı, dini, dili ve milliyeti onlardan olup gerçekte onun sütü ile beslenen, onun değerleriyle düşünen, yaşayan ve çıkarları onunla kesişen Mankurt yöneticiler getirdi. Verdiği görevi ihmal edenleri yahut sözünün dışına çıkanları ya yetiştirdiği yerli işbirlikçileri eliyle yahut değişik yollardan müdahalelerle cezalandırdı, değiştirdi ve yerlerine yeni uydular getirdi.
Öyle ki İran’da Musaddık’a, Mısır’da Hasan el-Benna, Abdulkadir Udeh, Seyyid Kutub ve arkadaşlarına, Türkiye’de Adnan Menderes’e, Cezayir’de FIS hareketine, Pakistan’da Cemaat-i İslamiyye’ye ve Ziyaulhak’a, Sudan’da Hasan Turabi’ye, 28 Şubat sürecinde Necmeddin Erbakan’a, bugün Mısır’da Muhammed Mursi’ye yaptığı müdahaleyi Türkiye’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yapmaya çalışıyor. Bunun için toplumu bölerek ve halk kesimlerini ayaklandırarak yahut zinde güçleri kışkırtarak hizaya getiriyor. Kendi toplumları için olmazsa olmaz gördüğü demokrasiyi bu coğrafyada işine yaradığı yerlerde destekleyip alkışlarken, işine gelmediği yerlerde halkları demokrasi sopasıyla döverek cezalandırıyor.
Şimdi içeriden ve dışarıdan bu kadar düşmanla, bu kadar hainle, bu kadar cehalet ve sefaletle, bu kadar olumsuz faktörle mücadele etmenin ne zor olduğunu anlıyoruz. Sözde İslam ülkeleri arasında en güçlü tepkilerin Türkiye’de olduğunu görmemize karşın, belirttiğimiz gibi Türkiye’de hükümet neredeyse şeytan taşlamaktan besmele çekmeye vakit bulamaz duruma gelmiştir.
İnsanların sırf inançlarından ve düşüncelerinden dolayı kitlesel olarak kıyıma uğraması ve zulümlere maruz kalması vicdanı olanların vicdanını kanatmıştır. Allah’tan korkan, insana ve haklarına saygısı olan kişilerin, eşitlik, hürriyet, adalet, demokrasi ve halkların kendi kaderlerini kendilerinin belirleyebileceğini karar altına alan uluslararası antlaşmalara ve sözleşmelere saygısı olan bütün kurumların ve devletlerin bu kirli ve zalim kıyıma tepki göstermesi gerekir. Din bunu emrediyor, insanlık bunu gerektiriyor, dünyada barış ve birlikte yaşama kültürü bunu öngörüyor.
Yorum Yazın