‘Allah için sevmek, sevmelerin en güzelidir’
Gündelik siyaseti, ülke gündemini, dünyayı ve buna benzer tüm lafazanlıkları bir kenara bırakıp, bu hafta kalplere inelim. Hani şu bir yumruk kadar olmayan, ama içine tüm dünyayı ve hatta kâinatı sığdıran 340 gram ağırlığındaki sol yanımıza…
Maddiyatta kas ve dokudan oluşan; organ cihetiyle baktığımızda yaşama motorumuz, ruhani baktığımızda sevinçlerimizi, gam ve kederimizi, şefkat ve merhametimizi barındırdığımız; aşklarımızın, özlemlerimizin, maddî manevî cânanlarımızın otağı olan, şarkılara şiirlere konu olan kalplerimize…
Bir haftaya, bir köşeye sığar mı acep kalbi ve ruhaniyeti anlatmak ve yazmak…
Canlı olmamız ve dâhi insan olmamız hasebiyledir ki; sosyal hayat içinde her daim her tür canlı ile içli dışlı ve teşrik-i mesai halindeyiz. Tabiatın kurulmuş nizamı gereği; doğum, yaşam ve ölüm seyahati içinde her sabah güneşin doğduğu andan gözlerin uyku karanlığına teslim oluşuna değin her an insanlarla ilişki halindeyiz.
Hatta sadece insanla değil, her mevcudatla, hayvanlar âlemiyle taş ve toprakla, güneşle ve yağmurla ve akla gelecek binlerce mevcudat ile farkına varmasak da bir ilişki içindeyiz. Dahası zerreden şemse; evimizin bahçesinden cennete bir alakadarlık içinde biçare mahlûklarız. Mevcûdat ve hayvanlar âlemiyle aramızdaki ilişki fayda zarar ilişkisi çerçevesinde menfaate bağlanmış. Kendi cinsimizle olan ilişkilerimiz ise çok daha derindir. İnsandan insana giden yolda gönül köprüleri kurulmuş; her daim can ve cânan olabilmiştir insanoğlu. İnsan ilişkilerinde sevgi, şefkat, merhamet ve dolu dolu muhabbet olmalıdır. Kalp bunu ister, sevmek -sevilmek ister.
Hüzünleri kederleri paylaşmak ister Bir kere sevdi mi o yürek; sevdiği insan uğruna kahır çeker, çile çeker. Yeri gelince kahrı da çekilsin ister. Bir dost sesi, sıcacık bir el dokundu mu yüreğine dünyanın minnetini çeker.
Bir fincan kahveye kırk yıl hatır yükler. Yani diyeceğim o ki ne varsa şu âlemde muhabbet üzere vardır ve olmalıdır… Aksi takdirde cansız ve ruhâniyetsiz mevcudat ilişkisinde olduğu gibi fayda zarar ve menfaat ilişkisinden farkı olmaz.
İnsan mı değişiyor, toplum mu değişiyor? Yoksa toplumu bizler oluşturduğumuz için hem insan hem toplum olarak raydan mı çıktık? Evet, evet, değişiyoruz. Menfaate dayalı, çıkar beklentilerine bağlı ilişkiler süren bir toplum olduk. Kalplerimiz taşlaştı, ruhlarımız erozyona uğrayıp yozlaştı. Hâlbuki biz Allah için sevenlerin torunlarıydık… Menfaat uğruna küçüldük, küçüldükçe yok olduk. Egomuz şişti, kalınlaştı ve içimizde güzel olan ne varsa yutmaya başladı. Sevgilerimiz ve tüm münasebetlerimiz beklenti ve menfaat ilişkisine bağlı bir hal aldı. Oysa böyle miydik millet olarak. Ne demişti istiklal şairi cennet mekân Mehmet Akif:
‘Bir zamanlar bizde millet hem nasıl milletmişiz..
Gelmişiz dünyaya insanlık nedir öğretmişiz…
İnsanlığın bütün ufukları kap karanlıkken
Işık olup fışkırmışız karanlığın tâ koynundan…’’
Hâsıl-ı kelam; o kalbi bir veren var.
Allah için şefkat ve dâhi Allah için sevmeli vesselam…