Ak Parti Aksaray Milletvekili Cengiz Aydoğdu, yoğun gündem ve meclis çalışmaları arasında görev aldığı Anayasa Komisyonunda gündemi değerlendirdi.
Milletvekili Aydoğdu yaptığı konuşmasında; Dört gündür burada çok önemli bir konuyu, çok seviyeli ve çok tatlı bir şekilde müzakere ediyoruz. Demokrasinin ruhuna uygun bir şekilde müzakere ediyoruz. Zaman zaman birbirimize kaşlarımız çatılıyor ama sesler fazla yükselmiyor, meselenin ciddiyetine uygun bir mütalaa, bir müzakere yürütüyoruz. Türkiye, yaklaşık yüz elli yıldır anayasayla meşgul, anayasayı konuşuyor. Anayasa, bizim lisanımız, daha önce “Kanuni Esasi” diye geldi. Kelimelerin ve kavramların hafızası, esasen üzerinde konuşulan meselenin ruhudur. Bergson diyor ki: “Maddi şeylerin hafızası yoktur, ruhun hafızası vardır.” Bunun için, biraz geriye doğru gidip bu anayasa meselesi ve bizim burada bu meseleyi neden iki farklı bakış açısıyla müzakere ettiğimizin tarihsel kökenleri üzerinde vaktinizi almak istiyorum. Bizim anayasa tarihimiz, aynı zamanda modernleşme tarihimizdir, aynı zamanda Batılılaşma tarihimizdir. İmparatorluktan millî devlete giden yoldaki serencamımız, bunların hepsi “anayasa” kelimesinin takibinde hepsine ulaşabiliriz. Dünya tarihinde anayasaya ilk -dün arkadaşlarımız bahsetti- Magna Carta’da rastlıyoruz. Magna Carta, esasen kelime anlamı olarak “büyük ferman” demektir. Kral John, Fransa’yla savaşta olan İngiltere biraz müşkül durumda, asiller, aristokratlar, baronlar veya bizim tabirimizle derebeyleri krala yardım için şart koşuyorlar. Kral da onların şartlarının bir kısmını kabul ediyor. Yanlış anlaşılmasın, 13’üncü yüzyıl, 1215 ama bu asillere, soylulara lütfedilen hakların hiçbirisi normal insanlara yani halktan birine intikal etmiyor. Onun için bir altı yüz, yedi yüz yıl beklemek lazım. Bu açıdan, kendimize de haksızlık etmeyelim. Biz de temel haklar, hürriyetler ve bireyin gelişimi, ferdin gelişimi açısından Avrupa’yla rahatlıkla mukayese edilecek ve hatta ondan çok daha ileri standartlara çok daha önce ulaşmış bir tarihe sahibiz. Türkiye’de yürütmeyi hiçbir zaman sandıktan çıkan iktidarlar temsil etmemiştir, hiçbir zaman. Şu anda bile tartışırken zihnimiz bu hükmün gölgesinde: “Cumhurbaşkanı şöyle mi olacak, cumhurbaşkanına şunu mu vereceğiz?” “Cumhurbaşkanı” dediğimiz, yürütme yani orada “Cumhurbaşkanı” kelimesi yerine “yürütme” diyelim, ne kadar ilginç bir durumda olduğumuzu anlarız. Tabii, yürütmeye vereceğiz, niye vermeyelim? Ama biz hiç vermedik ki yürütmeye yani biz demokrasi tarihimizde yürütmeye hiç bu yetkilerin tamamını vermedik, her zaman, halkın seçtiği yürütmeye… Hatta üstünde bir ortak kıldık; ortaklar Anayasa Mahkemesi, öbürü, beriki ve bu ortaklığı da biz içselleştirdik. O zaman hiçbir problemimizi çözemeyiz. Efendim, bir hususu da hoşgörünüze sığınarak arz edip hitama erdireceğim konuşmamı. Bizim demokrasimizin bir özelliği var. Yani 1950’den sonra bütün seçim sonuçlarına kayıtsız şartsız itiraz eden bir kesim var. Bu çok normal ama bu bize mahsus bir şey, başka ülkeler böyle değil. Amerikan demokrasisinde Başkan seçilir, seçildikten sonra bütün halkın, hatta ona oy vermeyenler, iki gün önce Başkanı kamuoyu nezdinde küçük düşürmek için ahlak dışı yollara bile tevessül edenler seçildikten sonra onu Başkan sayarlar. İstisnalar elbette vardır ama devam ediyor. Şimdi Trump’la ilgili bir problem yaşıyorlar ama bu, demokrasiye bir itiraz şeklinde değil. Bizim demokrasiyi kabullenmemizdeki problemlerin birinden bahsediyorum. Mesela Recep Tayyip Erdoğan. İfadelerine yer verdi. Haber Merkezi
Yorum Yazın