© Aksaray Portal 2021

Bir Psikiyatristin Anılarında Saklı Kalanlar

Psikoterapi kitapları ve romanlarıyla ünlü Psikiyatrist Irvin Yalom’un “Bir Psikiyatristin Anıları” kitabıyla, bu kez okuyucularını şaşırttı ve kendi hayatını kaleme aldı. Zorlu geçen çocukluk dönemlerindeki şansızlıkları yenmek için çok çalışan Yalom, sürekli üretmek için izin günlerinde bile yazmaya devam ettiğini anlatıyor.

 Hayatında minik anları kendi içinde kocaman dünyalara dönüştüren Yalom, insanların birbirini nasıl etkilediğini hayatından örneklerle ele alıyor.“Geçmişimizle yaşarız, ama bazılarımız geçmişte yaşar” diyen kitabı Türkçeye kazandıran Psikolog Elif Okan Gezmiş ile Irvın Yalom’un yaşadıklarını ve yazdıklarını birlikte değerlendirdik.

Bir Psikiyatristin Anıları Kitabından Hayatını Anlatan Irvın Yalom, Kısaca Kimdir?

Irvin Yalom, Amerikalı bir psikiyatrist. Türkiye’deki okurlar onu en çok Nietzsche Ağladığında romanıyla ve terapi öykülerinden oluşan kitaplarıyla tanısa da aslında kendisinin psikoterapi alanına çok önemli iki katkısı var. Bunlardan ilki, grup psikoterapileri üzerine uzun yıllar yürüttüğü çalışmalar ve bunlardan yola çıkarak yazdığı Grup Psikoterapisinin Teori ve Pratiği, diğeri ise Varoluşçu Psikoterapi kitabında olduğu üzere varoluşçuluğun psikoterapi uygulamalarındaki kullanımını yaygınlaştırmış olması.

Bir Psikiyatristin, Psikoterapist Olarak Tanınmasındaki Etken Nedir?

Aslında psikoterapi, psikiyatrik tedaviye engel teşkil eden bir uygulama değil. Hatta tam ter-sine, çoğu durumda iki tedavinin bir arada yürütülmesi en iyi sonuçları veriyor. Öte yandan, gözlemlediğim kadarıyla, pek çok psikiyatrist psikoterapi yapmaya başladığında hekim kimliği ile psikoterapist kimliği arasında bir çatışma yaşıyor ve bir kısmı zamanla psikoterapist kimliğinin daha ağır basmaya başladığını, hekimlikten giderek uzaklaştığını fark ediyor. Ya-lom’da da benzer bir durum var.

Kendisi psikiyatri profesörü olmasına ve psikiyatri servislerinde uzun yıllar çalışmasına rağmen, yıllar geçtikçe, “Ortodoks psikiyatri” diyebileceğimiz nispeten tıbbi tedavi merkezli uygulamalardan uzaklaşıp hastayla kurulan ikili ilişkiyi ve “konuşma tedavisini” temel alan psikoterapiye ağırlık vermiş. Başta yazdığı grup psikoterapisi ders kitabının ardından terapileri öykülerine ve hatta Nietzsche Ağladığında isminde terapi merkezli bir romana yönelmesi de aslında bu sürecin bir izdüşümü niteliğinde düşünülebilir. Keza onu dünya çapında popüler kılan da bu yönü oldu.

Öte yandan, otobiyografik son kitabına “Bir Psikiyatristin Anıları” alt başlığını düşmesi bu açıdan ilginç. Kendi internet sitesindeki kısa özgeçmişinde “artık tezat ekonomik etkenlerin (kişisellikten uzak semptom-odaklı tanıların ve herkese yönelik tek tip, protokol temelli kısa süreli terapilerin) güdümündeki profesyonel psikiyatrinin merkezinden giderek uzaklaştığını” söylemesine rağmen son kitabında kendini tekrardan psikiyatrist olarak tanımlamayı seçmiş. Belki de bunu, kitapta da dediği gibi, sona doğru yaklaştıkça adım adım başa dönen bir daire çizerek ilerlemesine örnek olarak görebiliriz.85 yaşına gelmiş bir yetişkin, neden hala çocukluğunda annesinin davranışlarına takılıp kalır? İnsanlar geçmişleriyle mi yaşarlar. İnsan yaşlandıkça çocuklaşır derler, malum. Yalom’un Bir Psikiyatristin Anıları’nda çok vur-guladığı bir şey bu: sona yaklaştıkça başa dönmek. Sanırım ölüm gerçeğinin insanda böyle bir etkisi var, hayatımızı gözden geçirme ihtiyacı duyuyoruz. Büyük hastalıklar veya kazalar geçiren insanlarda da benzer bir muhasebe olur; nereden geldim, nereye gidiyorum, hayatımı nasıl yaşadım, nasıl yaşayacağım…

Yalom da sadece çocukluğuna değil, tüm hayatına bakıyor bu kitapta. Ama tabii anne-ler babalar çoğumuz için en hassas, en zorlayıcı noktalardan biri çünkü bu dünyadaki en savunmasız olduğumuz dönemlerde yanımızda onlar var veya yok. Kitapta da annesiyle ilişkisinin Yalom için kapanmamış bir defter olduğunu görüyoruz ve iç hesaplaşmasıyla bu defteri artık kapamaya çalışıyor. Aslında bu kitap, okuyunca açıkça hissedildiğini düşündüğüm üzere, Yalom’un hem kendi hayatıyla hesaplaştığı hem de belki tam da bunu yaparak, okurlarıyla vedalaştığı bir kitap. Yıllarca terapist koltuğunda oturup hastalarının hayatlarını dinledikten, bizimle de paylaştıktan sonra bu defa karşıdaki koltuğa geçiyor ve biz onun hayatını, onun hesaplaşmalarını dinliyoruz.İnsan geçmişiyle mi yaşar sorusuna gelince, geçmişimiz olmadan kim oluruz ki? Geçmişimiz-le yaşamaya mecburuz, aksi takdirde köksüz bağsız bir buluta benzerdik. Böylesi bir varoluş tabiatımıza aykırı. Yakınları Alzheimer gibi belleği tutan hastalıklara yakalanan kişilerden şunu çok duyarız: Artık o annem değil sanki, başka biri gibi, yabancı biri. Belleğimiz olmadan, geçmişimiz olmadan, biz “biz gibi” olmayız çünkü. Dolayısıyla evet, geçmişimizle yaşarız. Ama bazılarımız geçmişte yaşar. İşte o başka bir şey.

Geçmişte Yaşanan Travmalardan Kurtulmak Mümkün Değil Mi?

Geçmişte yaşanan travmaları yaşanmamış kılmamız elbette mümkün değil, bunun için bir zaman makinesi gerekiyor. Ama bu travmaların üzerimizdeki olumsuz etkilerinden kurtulmak ve hatta travmalardan olumlu bir şeyler çıkarmak mümkün. Buna psikoloji literatüründe “travma sonrası büyüme” deniyor. Her şerde bir hayır olması gibi, bizi de yaşadığımızda çok sarsan, üzen, dünyaya bakışımızı yerle bir eden olayları içimizde sindirdikten sonra onla-ra yeni anlamlar verebilir, oradan yepyeni bir şey filizlendirebiliriz. Hatırlarsanız, 99 depre-minden sonra pek çok kişi çeşitli yardım kuruluşlarında aktif rol almaya başlamıştı. İşte bu, travmanın etkisini olumsuzdan olumluya çevirmenin güzel bir örneği olarak görülebilir. Fatıma Esra Öz’ün Özel Haberi

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER